Loading...

TÜRKİYE’DEKİ MİMARI KÜLTÜREL MİRAS

A
vrupa ile Asya arasında köprü görevi gören eşsiz coğrafi konumu ile Türkiye, tarih boyunca farklı kültürlere ev sahipliği yapmıştır. Türkiye'nin her bölgesi, ülkenin genel karakterine zenginlik katan kültürel, coğrafi ve iklimsel koşullar açısından farklı profiller çizmektedir. Çok farklı medeniyetlerin bir araya geldiği bir beşik oluşturan böyle bir manzarada, farklı yaşam biçimlerinin, sanatın ve mimarinin zenginliği göz ardı edilemez. Özellikle Türkiye'nin mimari karakteri ve tarihi söz konusu olduğunda, farklı niteliklere sahip mimariler ön planda karşımıza çıkmaktadır.

Türkiye'nin mimari mirası, Çatalhöyük ile M.Ö. 7400'e kadar uzanmaktadır. Bu olağanüstü site, dünyanın en eski kentsel yerleşim yerlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Çatalhöyük'ün şehir manzarası, aralarında sokak kalmadan yan yana inşa edilen küçük dikdörtgen biçimli evlerle karakterize edilmiştir. Bu durum, oldukça sıra dışı bir şekilde, evlere ahşap merdivenli bir yerden çatı yoluyla erişildiği ve çatıların sokak işlevi görerek insanlara yerleşim yeri içinde hareket etme imkânı sağlaması anlamına gelmekteydi.

Aynı şekilde Antik tarihin en ünlü savaşının yer aldığı Troia'da mimarideki yenilikleri, M.Ö. 3. bin yıla dayanan megaron (megara’nın çoğulu – Antik Yunan’da şehir devleti) tipi binaların en eski örneklerinden biriyle ayırt edebiliriz. Megara, genellikle binanın ön tarafında bir sundurmaya açılan bir girişi olan dikdörtgen şekilli alanlardır. Antik dünyada sıklıkla Yunan tapınaklarında kullanılan en yaygın mimari türlerden biridir.

Antik çağların en iyi korunmuş Klasik Kenti Priene, antik dünyanın en heyecan verici dönemlerinden birinde, MÖ 4. yüzyıldan kalma bir antik kentin şehir silüetini, altın çağında, tam olarak hayal etme fırsatı sunmaktadır. Priene'nin arkaik yerleşiminin yeri, muhtemelen antik Menderes Nehri'nin çamurlanmasından dolayı MÖ 350'de yeniden değiştirilmiştir. Şehri yeniden inşa etmenin acil ihtiyacı, plancılara şehri Hippodamya (grid - şebeke) planını geliştirme fırsatı vermiştir. Günümüzde şehrin şebeke planının, zamanının çok ilerisinde olduğu kabul edilmektedir.

Mimaride Roma Dönemi Türkiye'nin antik mimari kalıntılarının çoğu, bölgede nispeten uzun bir barış döneminin var olduğu ve şehirlerin gelişmesine ve ihtişamına göre büyük süslemelere başlamasına izin veren görkemli Pax Romana dönemine, M.S. 1. ve 2. yüzyıllara, aittir. Lüks ve refahın bir sonucu olarak hamam, jimnastik, çeşme ve tapınak gibi anıtsal yapıları da ekleyerek kentsel mimarisini ortaya koymaktadır. Aslında bu binalar, zengin aristokrat hayırseverler tarafından sık sık şehirlere bağışlanmaktaydı.
Selçuklu Mimarisi
Selçuklular M.S. 11. yüzyılın başlarında Anadolu'ya gelmiş. 12. yüzyılın sonunda, II. Kılıç Arslan döneminde, siyasi istikrarı sağlamış ve sınırları içinde altyapı ve iletişimi geliştirmek amacıyla şehirleri birbirine bağlayan güvenli bir ticaret güzergâhı oluşturmak için bir dizi kervansaray inşa etmişlerdir. Bir kervansaray, tüccarlar ve gezginler için orta çağdan kalma bir kale oteli olarak işlev görmekteydi. Kervansaraylar en önemli ticari yollar boyunca bir günlük seyahat aralıklarında inşa edilmiştir ve sadece tüccarlar için yiyecek ve barınak sağlamakla kalmamış, aynı zamanda yük hayvanları ve malları için de barınak sağlamışlardır. Kervansaraylar, hükûmet ordusu tarafından korunmaktaydı. Sağladıkları güvenli bölge, ticaretin 13. yüzyıl süresince geliştiği anlamına gelmekteydi. Bu nedenle kervansaraylar Selçuklu Dönemi'nin en güçlü siyasi ve ekonomik mimari simgesi olarak kabul edilmektedir. Selçukluların üstlendiği tek mimari proje kervansaraylar değildir. Ayrıca cami, medrese (eğitim ve yardım külliyeleri), türbeler, köprüler ve tekkeler gibi kamu binaları inşa etmişlerdir. Bu yapılar ilhamlarını Mezopotamya ve Anadolu'da yaşayan birçok kültür geleneğinden almıştır. Bu kültür sentezinin sonucunda, tamamen özgün olan Selçuklu tarzı doğmuştur. 
Konya Karatay Medresesi
İslami tasavvuf, mistisizm ve Şamanizm’den derinden etkilenen bu binalar, evrensel düzen konseptinden esinlenen motiflerle süslenmiştir. Kozmik düzeni temsil eden geometrik desenler, dışarıdan içeriye geçişin, makrodan mikro kozmosa giden yolculuğun metaforik bir aynası olduğunu vurgulamak için genellikle binaların kapılarının etrafındaki taşlara oyulmuştur. “Yıldız sistemi” veya “bitkisel süslemeler” bu detayın en ünlü desenleridir ve bazen çiçeklerin akışı olarak tanımlanır.

Selçuklu mimarisinin en güzel kentsel örnekleri İç ve Doğu Anadolu'da ancak özellikle Selçukluların başkenti Konya'da bulunabilir. Bu simgesel şehirde Karatay Medresesi, İnce Minareli Medrese ve Aladdin Camii en iyi örnekler olarak kabul edilmektedir.
İnce Minareli Medrese
Osmanlı Mimarisi
Selçukluların saltanatını takiben, 13. yüzyılda Anadolu'da onlarca Türkmen hanedanı (Beylik) belirmeye başlamıştır. Osmanoğulları olarak anılan bu hanedanlardan biri, daha sonra sadece Anadolu'nun değil tüm dünyanın en güçlü ve en uzun ömürlü imparatorluklarından biri olan Osmanlı İmparatorluğu olacaktır.

Osmanlı mimari tarzı hem Bizans hem de Selçuklu mimarisinden derinden etkilenmiştir. Özellikle alttaki mekânları ayıran kubbelerin çoğalması, Bizans ve Selçuklu geleneklerinin daha otantik bir İslami üslupta yeniden yorumlanması olarak kabul edilmektedir. İlk camiler çoğunlukla tek bir kubbe ile kaplı kübik binalar olsa da daha sonraki mimarlar mekânları genişletmenin yollarını arıyor gibidir. Bursa'daki Ulu Camii, çoklu kubbe yaklaşımının temsili bir örneğidir.
Bursa Ulu Camii
Osmanlı mimarisi 16. yüzyılda büyük ölçüde tasarımlarının dış ihtişamını, zenginleştirilmiş iç dekorasyonlarla dengelemeyi başaran usta Mimar Sinan sayesinde zirveye ulaşmıştır. Aydınlık ve karanlığın dengesi, boş alan ve zengin süslemelerin yanı sıra düz ve kıvrımlı mimari çizgiler arasındaki denge, klasik Osmanlı cami geleneğini mimari zirvesine taşımıştır. Edirne'deki Selimiye Camii, Mimar Sinan’ın başyapıtı olmasına rağmen İstanbul'da Süleymaniye ve Mihrimah Sultan Camileri veya Kılıç Ali Paşa Külliyesi gibi birçok muhteşem eseri bulunmaktadır.
Cumhuriyet Dönemi
Ülkede mimarlık kültürünü yeniden yapılandırma niyeti, 1926’da Amerikalı eğitimci John Dewey’e hazırlatılan eğitim raporu sonrası hız kazanmıştır. Teknik eğitim, “yaparak eğitim” ve çağa uyum çabaları gerek Gazi Eğitim Enstitüsü ve Teknik Okullar gibi yeni okullar açılarak gerekse İstanbul’daki Sanayi-i Nefise (Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi), Mühendis- hane (İstanbul Teknik Üniversitesi) ve demiryolları için teknik eleman yetiştiren Usta Okulu (Yıldız Teknik Üniversitesi) gibi kurumların eğitim sistemlerinde Holzmeister, Egli, Wagner ve Taut gibi uzmanların önderliğinde reformlar yapılarak sağlanmış, ülke sorunlarını yabancılaşma duymadan algılayan Türk mimar kuşağının yetiştirilmesine başlanmıştır.
İlk Başbakanlık binası - ANKARA
Bugün Türkiye'de üniversite düzeyinde mimarlık bölümleri bulunmakta, “yerli mimar/ yabancı mimar” tartışmasının uzağında, pek çok mezun, dünyanın çeşitli ülkelerinde mesleklerini icra etmektedir.

Türkiye’de mimarlığın niteliğine üsluplar açısından bakıldığında, Cumhuriyet’in ilk yıllarından başlayarak, “Osmanlı yeniden canlandırmacılığı”ndan kopmaya çalışan bir “kimlik arayışı” olduğu görülmektedir.

Bu arayış önce Mimar Kemallettin, Giulio Mongeri, Vedat Tek ve Arif Hikmet Koyunoğlu gibi mimar hocalarla “Birinci Millî” adı altında yeniden kurulmaya çalışılmış; ardından Orta Avrupa çıkışlı Holzmeister, Egli, Elsaesser ve Taut gibi uzmanlar öncülüğünde “Ankara kübiği” diye adlandırılan modern mimarlık ürünlerinde devam etmiştir.

1930’lu yılların ikinci yarısında ise “kübik mimari” ile Art-Deco örneklere duyulan tepki, öz kökenlere yönelik öğrenme ve aidiyet tutkusuyla, bu kez Sedad Hakkı Eldem rehberliğinde yapılan seminere verilen adla “ikinci millî mimari” örneklerinin yaygın uygulandığı dönem ortaya çıkmış; özgün bir “yapma biçimi” geliştirilmiştir. 2. Dünya Savaşı sonrasında dünyadaki yaygın arayışlar Türkiye’de de ortaya çıkmış; daha özcü ve kalıcı bir modern mimarlık anlayışı hem kamu hem de özel sektör tarafından yaptırılan yapılara damgasını vurmuştur. Türkiye Emlak ve Kredi Bankası, T.C. Emekli Sandığı, belediyeler ve merkezî hükûmet, bu yapıların pek çoğunun ortaya çıkmasını sağlamıştır.

Türkiye’de mimarlık alanında, Turgut Cansever, Doğan Tekeli, Behruz Çinici, Şevki Vanlı, Cengiz Bektaş, Han Tümertekin, Nevzat Sayın, Murat Tabanlıoğlu, Emre Arolat ve benzeri farklı kuşak ve anlayışlarda pek çok ulusal/uluslararası düzeyde tanınmış mimar, bu zengin kültürel ortamı ürünleriyle çeşitlendirmeyi sürdürmektedir.
Süleymaniye Camii

“BENİM TÜRKİYEM”

Siz de sizin gözünüzden Türkiye'yi anlatarak bize katkıda bulunabilirsiniz.