1
870 kilometreyle Doğu Akdeniz’in en uzun kıyı şeridine sahip ülkesi olan Türkiye, yüzyıllar boyunca bölgede etkin ve hâkim bir rol üstlenmiştir. 483 yıl evvel kazandığımız Preveze Deniz Zaferi, Akdeniz’deki köklü varlığımızın en görkemli sembollerinden biridir. 1538 senesinde Barbaros Hayrettin Paşa’nın komutasında kazanılan bu şanlı zaferle Akdeniz’de Türk hâkimiyeti tesis edilmiştir. Böylece, insanlık tarihi boyunca pek çok medeniyete beşiklik etmiş bu coğrafya asırlarca sürecek bir barış, huzur ve istikrar iklimine kavuşmuştur. Literatüre Osmanlı Barışı (Pax Ottomana) olarak geçen bu dönem aynı zamanda Akdeniz’in ticari ve siyasi bakımdan altın çağıdır. Bu asırlar Akdeniz havzasıyla beraber Balkanlar, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın da en huzurlu dönemidir.
Akdeniz’e dair konular, son dönemde, ülkemizle beraber dünyadaki birçok devletin de ana gündem maddesini oluşturmaktadır. Son dönemde yaşanan enerji krizi de göz önünde bulundurulduğunda Asya, Afrika ve Avrupa’yı deniz üzerinden bağlama potansiyeli olan bu bölge giderek kritik hale gelmiştir. Önemli hidrokarbon kaynaklarına ve enerji potansiyeline sahip Doğu Akdeniz eksenli gelişmeler küresel gündemin üst sırasına çıkmıştır.
Yapılan bazı araştırmalar, bölgedeki çıkarılabilir doğalgaz rezervinin Avrupa’nın doğalgaz ihtiyacını yıllarca karşılayabilme potansiyeli olduğunu göstermektedir. Bu potansiyel özellikle mevcut konjonktürde hiçbir aktör tarafından göz ardı edilemeyecektir. Uluslararası enerji şirketlerinin de devreye girmesiyle, Doğu Akdeniz’in petrol ve doğalgaz jeopolitiğindeki önemi artmıştır.
Ülkemizin bölgeye yönelik ilgisi sadece enerji kaynaklarıyla sınırlı değildir. Akdeniz’de yapılan her hamle, atılan her adım ülkemizin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin güvenliği ile hak ve menfaatleri üzerinde doğrudan etkiye sahiptir.
Doğu Akdeniz, günümüzde maalesef karmaşık ve iç içe geçmiş sorunların kapsamlı ve kapsayıcı iş birliğinin önündeki en büyük engeli teşkil ettiği, istikrarsızlığın arttığı bir bölge haline gelmiştir. Bölgenin çeşitli yerlerindeki karmaşık siyasi ve güvenlik odaklı sınamalara ek olarak, kıyı devletlerinin deniz yetki alanlarının henüz sınırlandırılmamış olması da ayrı bir istikrarsızlık kaynağıdır. Hidrokarbon kaynakları konusunda bazı aktörlerin tek taraflı adımları, mevcut durumu kötüleştirmektedir.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’e yönelik politikasının iki boyutu vardır:
Birinci boyut, Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının sınırlandırmasıyla ilgilidir.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikasının ikinci boyutu ise Kıbrıs Türklerinin, Ada’nın açık deniz kaynakları üzerindeki haklarının korunmasıyla ilgilidir. Adanın ortak sahipleri olarak Kıbrıs Türkleri, açık deniz kaynakları üzerinde Kıbrıslı Rumlarla birlikte eşit haklara sahiptir. Ancak Kıbrıslı Rumlar, 2003 yılından bu yana tek taraflı eylemlerle bu hakları ihlal etmekte ve Kıbrıs Türkleriyle iş birliğine girmeyi reddetmektedirler.
GKRY’nin sözde ruhsat sahaları
Türkiye, Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığı sınırlarını 2004 yılından itibaren Birleşmiş Milletlere bildirmiştir. Bilahare bu sınırlar içinde 2009 ve 2012 yıllarında ruhsat sahaları belirlenmiş, TPAO’ya arama ve çıkarma ruhsatları verilmiştir. Kasım 2019’da Libya’yla imzalanan deniz yetki alanları sınırlandırma mutabakat muhtırasının ardından 18 Mart 2020’de BM’ye yapılan bir bildirimle Akdeniz’deki kıta sahanlığımızın dış sınırları BM nezdinde kayda geçirilmiştir.
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Kıbrıs adasına komşu ülkelerden 2003 yılında Mısır’la, 2007 yılında Lübnan’la ve 2010 yılında İsrail’le deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşmaları yapmıştır ve Ada’nın deniz yetki alanlarında petrol/doğal gaz arama faaliyetlerinde bulunmaya yönelik imtiyaz ruhsatları vermeye devam etmektedir. GKRY’nin sözde ruhsat sahalarından 1, 4, 5, 6 ve 7 numaralı bloklar kısmen kıta sahanlığımızla çakışmaktadır.