Loading...

GÖÇ VE SIĞINMACILAR

D
ünya genelinde hemen hemen her ülke, göçten etkilenmiş, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısı toplu nüfus hareketlerine şahitlik etmiştir. Nitekim son elli yıllık dönemde 175 milyondan fazla insanın kitlesel olarak göç ettiği bilinmektedir. Uluslararası Göç Örgütünün son verilerine göre dünya üzerinde 281 milyon kişi göç etmiş bulunmakta olup bu sayı dünya nüfusunun yaklaşık %3,6’sına denk gelmektedir.

Göç; bireylerin veya toplulukların gönüllü veya zorunlu sebeplerle yaşamlarının tamamını veya bir bölümünü geçirmek üzere bir yerleşim yerinden başka bir yerleşim yerine, bir ülkeden başka bir ülkeye gitmesi ve yer değiştirmesi olarak tanımlanabilmektedir. Silahlı çatışmalar, doğal afetler, siyasal veya ekonomik sebeplerle milyonlarca insan doğup büyüdüğü toprakları terk etmektedir. Dolayısıyla, göç kavramının içine mülteciler, sığınmacılar, ekonomik göçmenler, düzensiz göçmenler ve çeşitli sebeplerle yerinden edilmiş insan grupları dâhil edilmektedir.

Göç; siyaset, ekonomi, sosyal ve kültürel yaşamla yakından ilgilidir. Özellikle uluslararası göç, birden fazla devleti aynı anda etkilemektedir. Bu göç türü, çoğu zaman bir yandan yerleşilen ülkeye işgücü katkısı sağlamakta, farklı beceriler ve yeni fikirler getirmekte diğer yandan kaynak ülkelerde nitelikli işgücü kaybına sebep olabilmektedir. Dolayısıyla, göçmenlerin yerleştikleri ülkeler kadar arkalarında bıraktıkları ülkeleri de ilgilendirmekte ve bu ülkeler arasındaki etkileşimi şekillendirip kalıcı izler bırakmaktadır.

Göç hareketleri, iyi yönetilebildiği takdirde olumlu, aksi halde başta kamu düzeni ve güvenliğine tehdit olmak üzere insan hakları ihlallerinin ortaya çıkmasına kadar bir dizi olumsuz sonucu beraberinde getirebilmektedir. Bu nedenle ekonomik kalkınmayı destekleyen, kamu güvenliğini muhafaza eden ve göçmenlerin insan haklarının korunmasını amaçlayan etkili bir göç yönetimi geliştirebilmek hayati derecede önem kazanmıştır.
Ülkemiz coğrafi ve stratejik konumu sebebiyle tarih boyunca kitlesel sığınma hareketleri de dâhil olmak üzere geniş anlamda göç hareketlerinin nihai durağı olmuş ve milyonlarca göçmene ev sahipliği yapmıştır.

Türkiye, doğusunda ve güneyinde çatışma ve istikrarsızlıkların yaşandığı bazı Orta Doğu ve Asya ülkeleriyle, batısında refah düzeyi ve insan hakları standartları yüksek Avrupa ülkeleri arasında köprü konumundadır.

Özellikle son yıllarda artan ekonomik ve siyasi gücü ve istikrarlı yapısı, Türkiye’yi düzenli ve düzensiz göç hareketleri için çekim merkezi haline gelmiştir. Bu durum, göçün Türkiye’nin ekonomik, sosyo-kültürel ve demografik yapısı ile kamu düzeni ve güvenliği üzerindeki etkilerini gündeme getirmektedir.
Cumhuriyet Öncesi Dönem
Osmanlı İmparatorluğu döneminde din ve ırk ayrımı yapılmaksızın gelenlere hoşgörüyle yaklaşıldığı bilinen bir gerçektir. Bu dönemde öne çıkan kitlesel ve bireysel sığınma hareketlerinin başlıcaları şunlardır:
1492 yılında on binlerce Yahudi’nin İspanya’dan gemilerle kurtarılarak Osmanlı İmparatorluğu topraklarına getirilmesi,
1672 Thököly Ayaklanması’nın ardından matbaacılığın öncüsü İbrahim Müteferrika ile itfaiyeciliğin öncüsü Kont Ödön Seçenyi (Seçenyi Paşa)’nin ve 1699 yılında Macar Kralı Thököly Imre ve eşinin Osmanlı İmparatorluğu’na iltica etmeleri,
1709 yılında İsveç Kralı Şarl’ın beraberindeki yaklaşık 2.000 kişilik grupla birlikte Osmanlı İmparatorluğu’na sığınması,
1718 Pasarofça Antlaşması’nın ardından Macar Kralı II. Rakoczy Ferenc’in Osmanlı İmparatorluğu’na sığınması,
1830 Polonya İhtilali’nin liderlerinden bugünkü Polonezköy’ün kurucusu Prens Adam Czartorski’nin 1841 senesinde Osmanlı İmparatorluğu’na iltica etmesi,
1848 Macar Özgürlük savaşını kaybeden Prens Lajos Kossuth ve yaklaşık 3.000 Macar’ın 1849’da Osmanlı İmparatorluğu’na gelmeleri,
1858 - 1864 yılları arasında Rus kaynaklarına göre yaklaşık 493.000 Müslüman Kafkas nüfusun Osmanlı’ya sığınması,
Farklı istatistiki veriler bulunmakla birlikte 1864 senesinde ise Rus ordusundan kaçan yaklaşık 1 milyon Kafkas nüfusun Osmanlı İmparatorluğu topraklarına kabul edilerek, Balkanlar’a ve Anadolu’nun çeşitli yerlerine yerleştirilmesi,
1917 Bolşevik İhtilali’nin ardından Vrangel’in yaklaşık 135.000 kişiyle birlikte Osmanlı İmparatorluğu’ndan koruma talep etmesi.
Cumhuriyet Dönemi
Ülkemize yönelik kitlesel göç hareketleri, Cumhuriyet’in kuruluş süreci ve sonrasında da devam etmiştir. Bu hareketlerin en somut örnekleri ise şu şekilde özetlenebilir:
1922-1938 yılları arasında Yunanistan’dan 384 bin kişi,
1923-1945 yılları arasında Balkanlardan 800 bin kişi,
1933-1945 yılları arasında Almanya’dan 800 kişi,
1988 yılında Halepçe katliamından sonra Irak’tan 51.542 kişi,
1989 yılında Bulgaristan’dan 345 bin kişi,
1991 yılında Birinci Körfez Savaşı'ndan sonra Irak’tan 467.489 kişi,
1992-1998 yılları arasında Bosna’dan 20 bin kişi,
1999 yılında Kosova’da meydana gelen olaylar sonrasında 17.746 kişi,
2001 yılında Kuzey Makedonya'dan 10.500 kişi.
Turizm Ülkesi Türkiye
Geleneksel Sanatlar
Tiyatro
Türk Mutfağında Öne Çıkan Lezzetler
Göç Hukukumuzdaki Gelişmeler
Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu Öncesi 
Göçmenler, mülteciler ve sığınmacılarla ilgili ilk genel düzenleyici belge, 14 Haziran 1934 tarih ve 2510 sayılı İskân Kanunudur. Kanun, Türkiye’ye yönelik sığınma ve göç hareketleri ile ülkemize gelenlerin ülke içinde iskânlarını düzenlemektedir. 2006 yılında 2510 sayılı Kanunun yerini 5543 sayılı aynı Kanun almıştır.

5543 sayılı İskân Kanunu göçmen, serbest göçmen, iskânlı göçmen, münferit göçmen ve toplu göçmen gibi çeşitli göçmen türlerini tanımlamıştır. Fakat bu tanım, soydaş odaklı düzenlemelerle sınırlı bir yapı öngörmesinden dolayı günümüz koşullarında düzenli, düzensiz göç ve uluslararası koruma alanlarını içeren göç kavramından uzak kalmıştır. İskân Kanunu kapsamı dışında kalan yabancılara ilişkin iş ve işlemler ise 1950 yılında çıkarılmış olan 5682 sayılı Pasaport Kanunu ve 5683 sayılı Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanunlarla yürütülmüştür.

Uluslararası koruma (iltica) konusunda iç hukukumuzdaki ilk düzenleyici belge 1994 Yönetmeliği olarak bilinen 30 Kasım 1994 tarih ve 22127 sayılı “Türkiye’ye İltica Eden veya Başka Bir Ülkeye İltica Etmek Üzere Türkiye’den İkamet İzni Talep Eden Münferit Yabancılar İle Topluca Sığınma Amacıyla Sınırlarımıza Gelen Yabancılar ve Olabilecek Nüfus Hareketlerine Uygulanacak Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik”tir. Yönetmelik, bireysel ve kitlesel olarak sığınma amacıyla Türkiye’ye gelen yabancılara uygulanacak usul ve esasların tespit edilmesine ve görevli kuruluşların belirlenmesine ilişkin hükümlere yer vermektedir.

Bu düzenlemelerin yanı sıra farklı kanunlarda kısmen ve dağınık olarak düzenlenmiş göç alanına ilişkin hükümlere yer verildiği görülmekte ise de bu alanda hissedilen kanun düzeyindeki mevzuat eksikliği çoğunlukla idari düzenlemelerle giderilmeye çalışılmıştır.
Yabancılar ve Uluslararası
Koruma Kanunu
Bu gelişmeler doğrultusunda çağımızın göç hareketleri içinde ülkemizin ev sahibi ülke konumu da dikkate alınarak göç alanını daha iyi yönetmek amacıyla köklü değişiklikler öngören, şeffaf ve katılımcı hukuki reform çalışmaları yürütülmüştür. Göçün kaçınılmazlığını göz önünde bulunduran çalışmalarda, hassas gruplar başta olmak üzere, tüm göçmenlerin haklarına saygılı insan odaklı bir yaklaşım benimsenmeye çalışılmıştır.

Yabancılar ve uluslararası koruma alanını her yönüyle düzenleyen kapsamlı bir kanunun olmayışı, gerek anayasal gerek uluslararası yükümlülüklerimizin tam olarak yerine getirilmesini güçleştirmiştir. Bu durum, ihtiyaç duyulan alanlardaki boşlukların idari düzenlemeler yoluyla giderilmesi sonucunu doğurmuştur.

Ayrıca Kanun düzeyinde kapsamlı bir düzenlememizin olmayışı, kapsamlı mevzuat çalışmalarını zorunlu hale getirmiştir.

Kanunun çıkarılmasında başka bir etken de Avrupa Birliği (AB) uyum sürecidir. AB ile müzakere sürecinde “Adalet, Özgürlük ve Güvenlik” başlıklı “24 üncü Fasıl” kapsamında ve “2003 tarihli Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programı” doğrultusunda hazırlanan “İltica ve Göç Alanındaki Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Eylem Planı” (İltica ve Göç Eylem Planı’dır.) Plan, göç ve uluslararası koruma konularında yasal düzenleme çalışmalarının temel düzenlemelerindendir. Ulusal Programda yer alan, gerekli hukuki ve kurumsal yapının oluşturulmasına yönelik çalışmaları yürütmek üzere İçişleri Bakanlığına bağlı “İltica ve Göç Mevzuatı ve İdari Kapasitesini Geliştirme ve Uygulama Bürosu (İltica ve Göç Bürosu)” kurulmuştur.

Çalışmalar neticesinde Türkiye’de bütüncül bakış açısına sahip bir göç yönetimi yapısı kurulmasının temelini oluşturan 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu kabul edilmiştir.

Yabancıların Türkiye’ye girişleri, Türkiye’de kalışları ve Türkiye’den çıkışları ile Türkiye’den koruma talep eden yabancılara sağlanacak korumanın kapsamına ve uygulanmasına ilişkin usul ve esasları düzenlemek amacıyla çıkarılan Kanun’daki başlıca konu başlıkları şunlardır:

Bu kanun kapsamında, vize ve ikamet izinleri işlemleri için etkin ve sistematik bir yapı oluşturulmuş, bürokratik işlemlerin ve kayıt dışılığın azaltılması amacıyla düzenlemeler getirilmiştir.  
6458 sayılı Kanunda yabancıların Türkiye’de çalışmak üzere aldıkları çalışma izinlerinin ikamet izni yerine de geçerli sayılması konusunda düzenleme yapılmış ve gerek yabancıların gerekse işverenlerin bürokratik işlemleri önemli ölçüde azaltılmıştır. Yabancı öğrencilerin ikamet izinleri ve çalışma hakları ilk kez kanunla ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Türkiye’deki yabancı öğrencilere öğrenimleri sırasında çalışma hakkı tanınmış, Türkiye’de öğrenimlerini tamamlayanlara 1 yıllık daha ikamet izni alabilme hakkı getirilmektedir. Böylelikle nitelikli işgücü oluşturacak yabancıların Türkiye’de kalabilmelerinin önü açılmaktadır.
Hiçbir devlete vatandaşlık bağıyla bağlı bulunmayan vatansız kişilerin hakları ilk defa bir kanunda belirlenerek vatansız olarak tespit edilen kişilere ikamet izni yerine geçen “Vatansız Kişi Kimlik Belgesi” sağlanmaktadır.  
İnsan ticareti mağduru olan ve olabileceği yönünde kuvvetli şüphe duyulan yabancılara, yaşadıklarının etkisinden kurtulabilmeleri için ikamet izni düzenlenmektedir. Bu kişileri koruma bakımından önemli olan bu düzenleme, Türk hukukuna ilk defa girmektedir.
Kanun, yabancıların zulüm göreceği bir ülkeye geri gönderilemeyeceğini açıkça belirlemiştir. Böylece uluslararası hukukun ve mülteci hukukunun temel prensiplerinden olan geri göndermeme ilkesi (non-refoulement) ilk defa kanunla düzenlenmiştir.
Uluslararası koruma türleri 1951 Cenevre Sözleşmesine uyumlu şekilde tanımlanmıştır. Bu kapsamda; 1951 Cenevre Konvansiyonunun 1A (2) maddesinde yer alan “mülteci” tanımı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanununa aktarılmış, ülkemizin 1951 Cenevre Sözleşmesine koymuş olduğu coğrafi kısıtlama nedeniyle Avrupa dışından gelen ve sığınma talep eden kişiler için kullanılan “sığınmacı” tanımının oluşturduğu kavram kargaşasına son verilerek bu kişiler “şartlı mülteci” olarak adlandırılmıştır.
Öte yandan mülteci veya şartlı mülteci olma koşullarını sağlamayan fakat gönderileceği ülkede ölüm, işkenceye maruz kalma veya çatışmalarda şahsına yönelik tehdide maruz kalma riski nedeniyle başta Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi olmak üzere tarafı olduğumuz insan hakları sözleşmelerin bir gereği olarak geri gönderme yasağı kapsamında olan yabancılara “ikincil koruma” sağlanmaktadır.
Refakatsiz çocuklar başta olmak üzere, engelliler, yaşlılar, hamileler, beraberinde çocuğu olan yalnız anneler ve babalar ile işkence, cinsel saldırı veya diğer ciddi psikolojik, bedensel, cinsel şiddet mağduru özel ihtiyaç sahipleri için özel koruma mekanizmaları uluslararası standartlara uygun olarak oluşturulmaktadır.
Uluslararası koruma statüsü kazanmış kişilerin ve bunlar arasından öncelikle özel ihtiyaç sahiplerinin barınma ve diğer ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla kabul, barınma merkezlerinin kurulması kanunla güvenceye alınmış ve idari düzenlemelerle yürütülmekte olan bu alan yasal dayanak kazanmıştır.
Kanunda ve Göç İdaresi Başkanlığı çalışmalarında öngörülen uyum; ne asimilasyon ne de entegrasyondur. Göçmenle toplumun gönüllülük temelinde birbirlerini anlamalarıyla ortaya çıkan harmonizasyondur. 
Göç yönetimi ile ilgili önemli gelişmelerden biri de “göç alanına ilişkin, mevzuatın ve idari kapasitenin geliştirilmesi konularında çalışmalar yürütmek ve Cumhurbaşkanınca belirlenen politika ve stratejilerin uygulanmasını izlemek ve koordine etmek” amacıyla Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün (29 Ekim 2021 tarihinde statüsü Başkanlık olmuştur.) kurulmasıdır.
Geçici Koruma ve Suriye Örneği
Geçici koruma; ülkelerinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldıkları ülkelere dönemeyen, kitleler halinde ülkemiz sınırlarına ulaşmış veya sınırları geçmiş, bireysel olarak değerlendirmeye alınamayan yabancılara acil ve geçici çözüm ve koruma bulmak amacıyla sağlanabilmektedir.

Daha önce yer almayan, kitlesel akın durumlarında sağlanacak “geçici koruma” sistemi Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu Türk göç hukukunun oluşmasına imkân sağlanmıştır.

Suriye’de yaşanan insani krizin büyümesi sonucunda 300 ile 400 arasında Suriye vatandaşının 29.04.2011 tarihinde Hatay ili Yayladağı ilçesindeki Cilvegözü Sınır Kapısı'na doğru hareketlenmesi, Suriye’den Türkiye’ye yönelik bir toplu nüfus hareketinin ilk adımını oluşturmuştur. Türkiye, 2011 yılının Nisan ayından itibaren Suriye’den ayrılmaya zorlanmış kişilerin ani gelişen kitlesel akınlarıyla karşı karşıya kalmıştır. Suriye’deki durumun ciddiyetini koruması ve sığınmacıların ülkelerine güvenli dönüşlerine imkân verecek koşulların henüz sağlanamamış olması nedeniyle söz konusu sığınmacılara hiçbir ön koşul aranmadan geçici koruma sağlanmaktadır.
Ülkemiz, tarih boyunca kitlesel sığınma hareketleri de dâhil olmak üzere çeşitli göç hareketleri ile karşılaşmış ve milyonlarca göçmene ev sahipliği yapmıştır. Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu ile bu geleneğini uzmanlık sahibi, yenilenmeye ve uluslararası iş birliğine açık, güncel bilgileri ve gelişmeleri yakından takip eden dinamik yapıyla devam ettirecektir. Gelinen noktada, yapılan düzenleme ve çalışmalar Türkiye’nin göç ve uluslararası koruma alanında örnek bir ülke olma yolundaki kararlılığını, hak bazlı ve Türkiye’deki koruma alanını geliştirmektedir.

Türkiye, büyüyen ekonomisi ve bölgede yaşanan siyasi istikrarsızlıklar nedeniyle zaman içerisinde transit ülke konumunun yanısıra önemli bir hedef ülke haline gelmiştir. Bugün ciddi bir göç dalgasıyla karşı karşıya olan ülkemiz, son 8 yıldır dünyada en fazla mülteciye ev sahipliği yapmaktadır.

Göçün yarattığı sorunlar ülkelerin tek başlarına çözemeyecekleri kadar geniş kapsamlı olup, bu olgunun önlenmesi uluslararası toplumun sorumluluk ve dayanışma içinde birlikte hareket etmesini gerektirmektedir.

Türkiye, küresel bir sorun olan göç konusunda uluslararası toplumun adil ve eşit bir şekilde yük ve sorumluluk paylaşması gerektiğini savunmaktadır. Sorunların kaynakta çözülmesi gerektiği prensibiyle hareket eden ülkemiz, bu çerçevede gerek ikili düzeyde gerek uluslararası örgütler vasıtasıyla kalkınma ve insani yardımlara ağırlık vermektedir. Göçmenler ve mültecilerin ayrımcılığa maruz kalmamaları, eğitim, sağlık gibi alanlara rahatlıkla erişebilmeleri ülkemizin küresel ölçekte önemle üzerinde durduğu diğer bir husustur.

“BENİM TÜRKİYEM”

Siz de sizin gözünüzden Türkiye'yi anlatarak bize katkıda bulunabilirsiniz.