Y
aklaşık bin yıllık bir geçmişe sahip olan Türk-Ermeni ilişkileri, kimi zaman dostluk ve ittifakları, kimi zaman ihtilaf ve kavgaları bünyesinde barındırmıştır. Hem Türklerden önce hem de sonra, karışıklıklar ve ihtilaflar zamanında güçlü devletlerin yanında yer alarak millî varlıklarını koruyan Ermeniler, Anadolu’nun herhangi bir vilayetinde nüfus çoğunluğuna sahip olamadıklarından bağımsız bir devlet yapısına kavuşamamışlar, kiliseleri etrafında millî benliklerini korumaya çalışmışlardır. Selçuklular, Anadolu beylikleri ve peşinden Osmanlılar, Ermenilere dinî ve kültürel özgürlüklerini vermiş ve bu sayede XIX. yüzyıla kadar refah içinde yaşamışlardı. Milliyetçilik çağı olan XIX. yüzyılda, diğer Osmanlı tebaaları gibi Ermeniler de kendi kaderlerini tayin etmek düşüncesi ile hareket etmiş, Rusya ve İngiltere başta olmak üzere büyük devletlerin desteği ile bu amaçlarına ulaşmak istemişlerdi. Osmanlı Devleti ise, daha çok hukuki reformlarla bu süreci atlatmak istemiş ancak bunda başarılı olamamıştı. Tanınan her hak ve gerçekleştirilen her reform, Ermeniler arasındaki milliyetçilik düşüncesini güçlendirmiş ve sonuçta Birinci Dünya Savaşı sırasında istenmeyen olaylar yaşanmıştı. Geçen yüzyıl boyunca Osmanlı Devleti’ni ve onun varisi olan Türkiye Cumhuriyeti’ni soykırım suçlamasıyla itham eden Ermenistan ve Ermeni diasporası, dünya kamuoyunun desteğini alarak siyasi baskılarla isteklerine ulaşmaya çalışmaktadır. Ermeni komiteleri yalnızca Türkleri soykırımla suçlamakla yetinmemekte aynı zamanda hukuki olarak ispatlanmamış olan 1915 Olayları ile ilgili iddialarını kabul etmeyenleri baskı altında tutarak suçlu gösterip mahkûm etmek istemektedirler.
5 Temmuz 2013’te Erivan’da Ermenistan, Karabağ ve Diaspora hukukçularının katıldığı “İkinci Tüm Ermeni Hukukçular Forumu” düzenlenmiş, bu forumda sözde Ermeni soykırımı ile ilgili yasal sorunlar ele alınmıştır. Forumun açılış konuşmasını yapan Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan, hukukçuların soykırımın uluslararasında tanınmasına teorik ve pratik katkıda bulunmalarının önemine değinerek, “Ermeni soykırımının uluslararasında tanınması, kınanması ve sonuçlarının ortadan kaldırılması her zaman için gerekli olacaktır. Ermeni Devleti var oldukça bu tarihi gerçeği reddetmek ve unutturmak için tüm çabalar başarısız olmaya mahkûmdur. Bu insanlığa karşı en büyük suçtur, her şeyden önce ve ilk olarak bizzat Türkiye tarafından tanınmalı ve kınanmalıdır.” demiştir.
2010 yılında Ermenistan ile Türkiye arasında imzalanan normalleşme protokollerinin, Ermeni komitelerinin baskısından dolayı başarısızlığa uğramasından beri Ermenistan, Türkiye’ye yönelttiği eleştirilerin dozunu artırmış, Ermeni liderler tanıma ve kınamanın da ötesine geçerek “soykırımın sonuçlarının ortadan kaldırılması” üzerinde ısrarla durmuşlardır. Bununla kastedilen 1915-1923 yılları arasında tehcire uğramış Ermenilerin torunlarına tazminat ödenmesi, kiliselerinki de dâhil, güya el konan Ermeni mallarının iade edilmesi ve Türkiye’den Ermenistan’a toprak verilmesidir. Ermenistan hukukçularına göre Sevr Anlaşması hala yürürlüktedir ve devletler arasında imzalanmış olan Gümrü, Moskova ve Kars anlaşmaları hükümsüzdür. Avrupa Birliğine üye ülkeler ve ABD tarafından Türkiye’den istenen bu düşünceye sahip olan Ermenilerle görüşmek ve barışmak yönündedir.Bütün bu tek taraflı dayatmalara rağmen Karabağ Savaşlarından sonra başlayan Türkiye-Azerbaycan-Ermenistan yakınlaşması, Ermenistan’ın reel politikalar etrafında kazançlı çıkacağını da göstermektedir. Ancak bu duruma müsaade etmeyen Taşnak grupları Paşinyan Hükûmeti’ni bu konuda baskı altında tutarak sokak gösterileri ile düşürmek istemektedirler. Tıpkı geçen yüz yıl boyunca olduğu gibi yine Ermeni halkının sefaletine sebep olacak politikalar peşinden koşan Ermeni komiteleri, Kafkasya’da Ermenistan’ın yalnızlaştırılması politikalarını uygulamakta böylece dünya kamuoyunda inşa edilmiş olan “mağdur Ermeni kimliği” politikasını sürdürmeye devam etmektedirler.
