Samsun’daki Göğceli Camii, Türkiye’de günümüze ulaşan en eski ahşap cami olarak bilinir. Türk ahşap mimarisinin en önemli örneklerinden biridir. Caminin yapımında çivi kullanılmamış, ahşap kirişler giydirme tekniğiyle birbirlerine bağlanmıştır. Yapının inşa tarihine dair bir kayıt bulunmamaktadır ancak radyokarbon testlerine göre cami 1206 yılında, son cemaat yeri ise 1335 yılında inşa edilmiştir. Cami, 2007 yılında kapsamlı bir restorasyondan geçmiştir.
Bekdemir Camii, Samsun’daki Kavak ilçesindedir. Bekdemir Köyü’nde bulunan ahşap caminin inşa kitabesi bulunmamakla birlikte, içeride yer alan kalem işi kitabede geçen 1877 tarihi, nakışların yapıldığı tarih olarak kabul edilmektedir. Yapılan bir araştırmaya göre asıl kat 1596 yılında inşa edilmiştir. Cami, çivisiz ahşap yapıların bir başka örneğidir. Caminin içi kök boyadan yapılmış çeşitli bitkisel motiflerle bezelidir ve avlusunda taştan yapılmış bir çeşme mevcuttur.
Mahmutbey Camii, Kastamonu’nun Kasaba Köyü’nde, kentin 18 kilometre kuzeybatısında yer almaktadır. Mahmutbey Camii, "Anadolu'daki Ahşap Çatılı ve Ahşap Sütunlu Camiler" kapsamında UNESCO Dünya Miras Geçici Listesine kayıtlı camilerden biridir. 1366 yılında Candaroğulları Beyliği hükümdarı Emir Mahmut Bey tarafından Cuma Camii olarak yaptırılmıştır. Dış duvarları moloz taştan örülmüştür. Çatı tamamen ahşaptır ve hiç metal çivi ve herhangi bir aksan kullanmadan yapılmıştır. Caminin en dikkat çekici ve önemli unsurlarından biri de Ankaralı Nakkaş Mahmut’un oğlu Abdullah’ın yaptığı kapısıdır.
"Anadolu'daki Ahşap Çatılı ve Ahşap Sütunlu Camiler" kapsamında UNESCO Dünya Miras Geçici Listesine kayıtlı camilerden biri olan Beyşehir Eşrefoğlu Camii, Anadolu'daki ahşap destekli ve tavanlı cami tipolojisinin en erken dönem ve en iyi temsilcilerinden biri olup 1296-1299 yılları arasında inşa edilmiştir. Cami, Anadolu'nun ahşap mimari geleneğinin en güzel örneklerinden biridir. Anıtsal taç kapısı, eşsiz mihrap ve minberi, üstün ağaç ve çini işçiliği yönünden ağaç cami müzesi gibidir. Mihrabının tümü çini mozaikle kaplı olup, 4.58 metre eni, 6.17 metre yüksekliği ile Konya çevresindeki bütün çinili mihraplardan daha büyüktür. Minberi, tamamen ceviz ağacından üstün bir işçilik ve zengin bir süsleme ile oymalı, çatmalı ve tutkalsız olarak yapılmıştır; sekizgen, beşgen, yıldız ve geometrik dolgular ve bitkisel bezemeler ile kaplanmıştır. Caminin tavanı renkli kalem işi süslemelere sahiptir. Eşrefoğlu Camii, Selçuklu dönemine ait camilerde görülen özellikleri içerisinde barındıran eşsiz örneklerdendir. Caminin inşasında birden fazla ahşap sütun, tamamen ahşapla süslenmiş bir tavan ve kalem işi süslemeleri, tamamen ahşaptan yapılmış bir minber ve kündekari tekniği kullanılmıştır. Dönemin taş ve ahşap işçiliğinin ihtişamını yansıtan cami, 2012 yılında UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne dahil edilmiştir.
Ankara’nın Samanpazarı semtinde bulunan Aslanhane Camii, dışarıdan çok sade görünmesine rağmen sekiz asırlık tarihi ile önemli bir eserdir. Mimar Ebubekir Mehmet tarafından yapılan ve nadir ahşap işçiliğine sahip cami, aynı zamanda Ahi Şerafettin Camii olarak da bilinmektedir. Cami, doğusunda bulunan türbe külliyesi duvarına gömülü antik aslan heykeli sebebiyle Aslanhane Camii olarak anılmıştır. Tek katlı cami, 24 ahşap ayak üzerinde durur. Ceviz ağacından yapılma bu ayakların, yani sütunların her birinin sütun başlıkları, devşirme mermer Roma-Bizans malzemelerinden oluşur. Mimari özellikleri ve süslemeleriyle bu Selçuklu camii, içine adım atar atmaz ziyaretçileri büyüler.
Tasavvufta Aşk Yolu: Mevlana
Konya – Galata, Üsküdar, Yenikapı / İstanbul – Gelibolu / Çanakkale- Tire / İzmir- Manisa- Afyonkarahisar - Gaziantep Dervish Lodges (Mevlevihane)
Türkler 11. yüzyılda Anadolu’ya geldikten sonra, Mevlana Celaleddin-i Rumi ile Hacı Bektaş Veli ve müritleri, İslami unsurları ve geleneksel Türk kültürünü ustaca birleştirdiler. Antik kaynaklara ve inançlara da erişebildikleri Anadolu toprakları, bu fikirlerin bütünleşmesi için mükemmel bir yerdi.
13. yüzyıl Sufi şairi Mevlana’nın tam adı Celaleddin-i Rumi’dir. Dünyanın en büyük mistik filozoflarından biri olarak kabul edilir. Mevlana’nın şiir ve dini yazıları, İslam dünyasından ötede de en sevilen ve saygı duyulan eserler arasındadır. Sema ve semazen seremonisi Mevlana’ya atfedilmiş ve Türk geleneklerinin, tarihinin, inanç ve kültürünün bir parçası haline gelmiştir. Sema töreni, İnsan-ı Kâmil yolunda zihinsel ve aşk yoluyla ruhsal yükselişinin mistik yolculuğunu temsil eder.
Türkiye’nin en önemli dini merkezlerinden biri olan Konya, semazenlerin eski dergahına ve Mevlana Türbesi’ne ev sahipliği yapmaktadır. Türbe ve eski dergah artık tüm inançtan ziyaretçilere müze olarak hizmet vermektedir.
Galata Mevlevihanesi, İstanbul’un en eski Mevlevi tekkesidir. 1491 yılında inşa edilmiştir. Mevlevihane bir külliye olarak yapılmıştır ve bir Semahane, derviş odaları, hâmûşân, şadırvan, sarnıç, kadınlar kısmı, kütüphane, muvakkithane, mutfak, türbe ve mezarlık gibi birçok alandan oluşmaktadır.
Hacı Bektaş Veli ve Ahilik Geleneği
Kırşehir – Hacı Bektaş, Nevşehir – Gülşehir
Hacı Bektaş Veli, 13. yüzyılda yaşamış bir mutasavvıf ve düşünürdür. İnsan sevgisi ve insanların varlık yapısı üzerine düşünen ve her insanı, kadın veya erkek, eşit gören bir kişiliktir. Kapadokya bölgesinde, kendi adını taşıyan Sufî Bektaşi tarikatı kurulmuştur. Hacı Bektaş Veli, Alevilik inancının en önemli hocalarından biri olarak kabul edilir.
Hacı Bektaş, tüm zanaatkarların işlerinde belli ahlaki kurallara uymaya, genç zanaatkârları belirli kurallara, yerleşik sosyal gelenekler ve göreneklere göre yetiştirmeyi zorunlu kılan, dünyanın ilk sendikası olan Ahilik Geleneği'ni kurmuştur.
Peygamberler Rotası
Şanlıurfa
Şanlıurfa’nın tarihi Paleolitik Çağ’a kadar uzanır. Şehir ve çevresi Sümerler, Akadlar, Hititler, Babilliler, Keldaniler, Hurriler, Mitanni Krallığı, Aramiler, Süryaniler, Medler ve Pers İmparatorlukları gibi birçok uygarlığın hakimiyetini görmüştür.
Tarih boyunca farklı inançlar mensup kişileri ağırlayan şehir, Mezopotamya’dan Anadolu’ya giden kültür ve ticaret yolları üzerinde yer alan “Peygamberler Şehri” olarak bilinir.
Hz. İbrahim’in burada doğup büyüdüğü bilinir. Hz. İbrahim, putperestliği kınadığı için Kral Nemrut’un gazabına uğramış ve ölüme mahkum edilmiştir. Şehrin ortasına kurulan büyük bir odun ateşine atılmış ama Allah, Hz. İbrahim’i kurtarmıştır. Tam alevler İbrahim’i saracakken Allah ateşe emretmiş: “Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve esenlik ol”. (Enbiya/69). Alevler suya, kütükler balığa dönüşmüştür.
Halil-ür Rahman adıyla anılan Balıklı Göl ve Aynzeliha Gölü, İbrahim Peygamber’in atıldığı ateşin suya dönüştüğü yerdir. Hem göl hem de içindeki sazan balıkları kutsal kabul edilmektedir. Zeliha’nın gözyaşlarının ise Aynzeliha Gölü’ne dönüştüğüne ve bu sudan içen herkesin kör olacağına inanılır.
Hz. İbrahim’in doğduğu mağara, göllerin civarındaki Mevlid-i Halil Camii’nin yanındadır ve ziyarete açıktır. İbrahim Peygamber burada yedi yıl yaşamıştır.
Şehrin en önemli sembollerinden biri olan Ulu Camii, 5. yüzyılda bir havradan Kızıl Kilise adıyla bir kiliseye dönüştürülmüştür. Hz. İsa’nın yüzünü silip suretinin sonsuza dek üzerinde kaldığı mendil, Ulu Camii’nin bahçesinde bulunmuştur. Edessa’nın Görüntüsü olarak bilinen kutsal mendilin Hz. İsa’nın Kral V. Abgar’a bir armağanı olduğuna inanılmaktadır.
Eyyüp Nebi Türbesi, Urfa’nın yaklaşık 20 kilometre dışında Eyyub Nebi köyündedir. Eyyüp Peygamberin ve eşi Rahme’nin türbesi ve yine Elyesa Peygamber’in kabri de Viranşehir ilçesinin eteklerinde bulunmaktadır. Bugün Elyesa Peygamber’in türbesi Eyyüb Nebi Köyü’nde, Eyyüb Peygamber’in türbesine bir kilometre mesafededir.
Şuayb Peygamber'in, Urfa’nın 85 kilometre doğusundaki Şuayb şehrinde yaşadığına inanılmaktadır. Şuayb Peygamber'in bir zamanlar içinde yaşadığına inanılan antik kentin kalıntıları arasında yer alan mağara evi -Şuayb Peygamber’in Makamı- ziyaretçilere açıktır.
Erken Hristiyanlık Dönemi’nde Kapadokya
Göreme / Ürgüp / Avanos, Nevşehir – Niğde – Aksaray – Kayseri
Türkiye’nin merkezindeki bu harikalar diyarının jeolojik yapısı, milyonlarca yıl öncesinde bölgeyi çevreleyen üç volkanın püskürmesiyle oluşmuştur. Erozyonların şekillendirdiği kalın küller, “volkanik tüf” olarak bilinen yumuşak kayalara dönüşmüştür. Rüzgar ve suyun etkisi, sadece daha sert elementleri geride bırakarak peri masalı manzarasını oluşturmuştur.
Bölge, Roma zulmünden kaçan ve el yapımı bir yeraltı yerleşim ağı kuran ilk Hristiyanlar için bir sığınak haline gelmiştir. Keşişler, geniş konutlar ve manastırlar kazmış ve onları Doğu Roma freskleri ile süslemişlerdir.
İlk Hristiyanlar; Nyssa, Nazianzos ve Kaisareia arasındaki üçgene yerleşmişler ve MS 370 yılında Kaisareia Piskoposluğu’na atanan (günümüzdeki Kayseri), Aziz Büyük Basileos’un (M.S. 330-379) öğretilerine göre manastır hayatı yaşamışlardır.
Aziz Büyük Basileos, teolog Nazianzos’lu (Nevşehir) Gregorius ve kardeşi Nyssa’lı (Niğde) Gregorius ile birlikte “Kapadokyalı Babalar” olarak bilinir. Bu üçlü, Teslis ilkesini Hristiyanlık’ın akidesi haline getirdiler.
Büyük Aziz Basileos, MS 330 yılında Kapadokya’nın Kaisareia kentinde doğmuştur. Göre Vadisi’ndeki ilk kiliseler onun yönlendirmesiyle inşa edilmiştir. Burada bulunan kendilerine has kiliseleri olan küçük topluluklar, şimdi Göreme Açık Hava Müzesi olarak bilinen büyük manastır kompleksini oluşturmuştur. Göreme’de bulunan Tokalı Kilise ve Karanlık Kilise, zarif kemerleri ve güzel freskleri ile sıra dışı örneklerdir.
Kapadokya’daki yeraltı yerleşimlerinin ilk kaydı Xenophon’un Anabasis isimli eserinde yer almaktadır. Ancak çeşitli tarihi kaynaklar gerçekte Derinkuyu yeraltı yerleşimlerinin ilk sakinlerinin Hititler olduğuna işaret eder. Zengin tarihi ve eşsiz jeolojik oluşumuyla “Göreme Milli Parkı ve Kapadokya”, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer almaktadır.
Eshab-ı Kehf (Yedi Uyurlar) Mağarası
Selçuk / İzmir – Tarsus / Mersin – Afşin / Kahramanmaraş
Yedi Uyurlar Kıssası, hem Hristiyanlık hem de İslamiyet rivayetlerinde yer almaktadır.
İslam dünyasında Yedi Uyurlar'ın kıssası, Kur’an-ı Kerim’de Kehf Suresi’nin 9 ile 26. ayetlerinde anlatıldığı için çok iyi bilinmektedir. Bu surede, uyuyanların tam sayısı verilmezken bu sayıyı sadece Allah’ın bildiği söylenmektedir. Kıssada bu gençlerin 300 veya 309 güneş yılı boyunca uyuduğundan bahsedilir. Kur'an-ı Kerim'de geçtiğine göre, mağaraya giden gençlere eşlik eden ve mağaranın girişinde uyuyan sadık bir de köpek vardır. Oradan geçen insanlar uyuyan köpeği görür ve mağaranın sırlarını koruduğunu düşünerek içeri bakmaya korkar. Uyurlar, “Eshab-ı Kehf” olarak bilinir.
Kıssanın Hristiyanlık’taki versiyonu, MS 249-251 yılları arasında hüküm süren Roma İmparatoru Trajan Decius’un zulümlerinden kaçan ve Hristiyan cemaatine dahil olmakla suçlanan yedi gencin hikayesini anlatır. Zulümlerden kurtulmak için şehirden kaçan bu Hristiyan gençler mağaraya sığınır. Mağarada uyurken bulunurlar ve imparatorun emriyle mağaranın ağzı kapatılır. Aradan yıllar geçer ve Hristiyanlık yayılıp devletin resmi dini hâline gelir. 250 yılı aşkın bir süre sonra, Theodosius II dönemindeki (MS 408-450) bir arazi sahibi, mağara girişinin duvarlarını yıkmaya karar verir. İçeride uyuyan yedi adam görünce çok şaşırır. Onlar ise uyandıklarında sadece bir gün uyuduklarından emindirler.
Yedi Kilise
İzmir – Manisa – Denizli
Vahiy Kitabı, Anadolu’daki yedi kiliseye yedi mektupla hitap eder. Mesih tarafından ilan edilen ve Havari Aziz Yahya tarafından kaydedilen her mektup, alıcı kiliselerin zaferlerini ve başarısızlıklarını ilan eder ve her cemaati tövbe etmeleri gerektiği konusunda uyarır.
Yedi Vahiy Kiliseleri, Anadolu’daki erken Hristiyan topluluklarına aittir. Bu yedi kilise, şehirlerin en kalabalık ve etkili bölgelerini bir araya getiren yerleşik, döngüsel bir ticaret yolu üzerinde yer aldıkları için Mesih’in kıyamet mesajını almak üzere seçilmiş olabileceği düşünülmektedir.
Yedi Vahiy Kiliseleri’nin hepsi Ege Bölgesi’nde yer almaktadır.
Efes (Selçuk-Efes/İzmir)
Smyrna (İzmir)
Bergama (Bergama/İzmir)
Thyatira (Akhisar/Manisa)
Sardeis (Salihli/Manisa)
Philadelphia (Alaşehir/Manisa)
Laodikeia (Denizli)
Anadolu’daki Ekümenik Konsiller
İstanbul – İznik, Bursa – Efes / Selcuk, İzmir
İlk yedi ekümenik konsillerin hepsi Anadolu'da ve özellikle İstanbul, Selçuk (İzmir) ve Bursa kentlerinde yapıldı. MS 325 ile 787 yılları arasında düzenlenen yedi konsil, öncelikle doktriner çatışmaları göz önünde bulundurmalarıyla tanınmaktadır. Konsiller ayrıca kanonlar halinde belirlenen pratik konularda da karar vermişlerdir. İznik, İstanbul ve İzmir’deki tarihi yerleri ve muhteşem anıtları kapsayan bir gezi ile bu yedi konsilin antik ortamlarına bir yolculuk mümkündür.
İlk Yedi Ekümenik Konsili
Birinci İznik Konsili (MS 325), İznik, Bursa
Birinci Konstantinopolis Konsili (MS 381), İstanbul
Birinci Efes Konsili (MS 431), Selçuk, İzmir
Kalkedon Konsili (MS 451), Kadıköy, İstanbul
İkinci Konstantinopolis Konsili (MS 553), İstanbul
Üçüncü Konstantinopolis Konsili (MS 680-681), İstanbul
İkinci İznik Konsili (MS 787), İznik, Bursa
Meryem Ana Evi’ne Ziyaret
Selçuk - İzmir
Meryem Ana Evi – Aziz Yahya Bazilikası – Artemis Tapınağı, Efes – Şirince Köyü
Efes Konsili (MS 431), Meryem Ana’nın son yıllarını Efes civarında geçirmiş olduğuna karar verir. Havari Aziz Yahya da, Efes’ten yola çıkarak Anadolu’yu dolaşır. Ayrıca insanlık tarihinin ilk hacılarının Kybele olarak bilinen Anadolu tanrıçasına tapmak için geldiği görülmektedir. Daha sonra, bu tanrı Yunan tanrıçası Artemis ile birleşir ve Akdeniz Bölgesi'nin her yerinden hacıların ilgisini çeken Efes’teki Artemis Tapınağı, Artemision olarak tapınılır olmuştur. Bu antik anatanrıça kültleri, daha sonra hayatının son yıllarını Efes’te geçirdiğine inanılan İsa’nın annesi Meryem’e ibadet etme şekline yansımıştır. Havari Aziz Yahya, 6. yüzyılda Bizans İmparatoru Justinianus tarafından etkileyici bir bazilikanın inşa edildiği Selçuk ilçesindeki Ayasuluk Tepesi’ne gömülmüştür.
Bu rivayete göre Meryem, Aziz Yahya ile birlikte Efes’e gelmiş ve hayatlarının son yıllarını burada geçirmişlerdir. Lazarist rahipler, Anne Catherine Emmerich’in bir rüyasına uyarak Meryem’in ve Aziz Yahya’nın yaşadığı bu evi keşfetti. Şirince Köyü’nün yerlilerinin yüzyıllardır bu noktada “Bakire Meryem’in uykuya dalışı” diye bir günü kutladığını gördüler. Meryem Ana Evi, günümüzde çevresindeki Kutsal Çeşme ve tarihi Dilek Duvarı ile birlikte ziyaret edilebilir.
Aziz Paul’ün İzinde
Antakya – Tarsus – Antalya – Isparta – Konya – Denizli – Aydın – İzmir – Çanakkale – Eskişehir
Aziz Paul, MS yaklaşık 5. yüzyılda, Türkiye’nin güneydoğusundaki Kilikya’nın Tarsus şehrinde doğdu. Çeşitli misyonerlik seyahatleri boyunca Aziz Paul, Anadolu’nun birçok bölgesini gezerek Mesih’in sözlerini yaydı. Paul’ün hayatı ve yolculukları, Paul’ün Mektupları ve Elçilerin İşleri isimli bir kitaptan öğrenilmektedir. Paul, deniz yoluyla 10.000 milden fazla seyahat etmiş ve yoldaşlarıyla birlikte yaya olarak üç misyoner yolculuk yapmıştır. Paul, dördüncü yolculuğunda Kudüs’ten Roma’ya gittiği ve orada öldüğü bilinmektedir.
Günümüz Türkiye’sinde Aziz Paulus’un Yolculuklarından Öne Çıkanlar:
İlk Yolculuğu:
Antiokheia (Antakya) – Seleukeia Pieria (Samandağ) – Perge (Antalya) – Psidia Antiokheia (Yalvaç/Isparta) – İconium (Konya) – Lystra (Konya) – Derbe (Konya) – Attalia (Antalya)
İkinci Yolculuğu:
Antiokheia (Antakya) – Derbe – Lystra – Galatya – Frigya– Misya – Alexandria Troas – Efes
Üçüncü Yolculuğu:
Antiokheia (Antakya) – Galatya – Efes– Alexandria Troas – Assos – Miletus – Patara
Roma’ya Yolculuğu:
Myra (ve Andriake limanı) – Knidos
Myra / Demre – Patara / Antalya
Aziz Nikolaos veya Batı’da en iyi bilinen adıyla Santa Klaus, doğma büyüme Güney Asya’nın eski uygarlığı Likya’nın bir ferdiydi. Ünlü Likya kenti Patara’da doğdu ve 4. yüzyılda Myra’nın mucizevi piskoposu olarak görev yaptı. Aziz Nikolaos; çocukların, tüccarların ve denizcilerin koruyucu azizidir. En ünlü mucizelerinden biri, babalarının çeyiz olarak kullandığı altınları gizlice evlerinin penceresinden atarak üç genç kızı zorlanmaktan kurtarmasıdır.
Bugün Demre olarak bilinen Myra Antik Kenti’nde kendisine adanmış kilise ve mezarı, birçok inananın dini ziyaret kapsamında gittiği yerlerdir. Fethiye’nin kıyısındaki Gemile Adası, bugün MS 4. ve 7. yüzyıllar arasında inşa edilen birçok Bizans kilisesinin kalıntılarına ev sahipliği yapmaktadır.
Türkiye’de Yahudi Mirası
Yahudi halkının Anadolu ile derin tarihi bağları vardır. Ege, Akdeniz ve Karadeniz kıyıları boyunca yer alan Sardes gibi antik kentlerdeki Yahudi yerleşimlerinin kalıntıları MÖ 4. yüzyıla kadar uzanmaktadır. Ankara’da bulunan bir sütun üzerine takılı iki bronz levha, İmparator Augustus’un Yahudilere verdiği hakları göstermektedir. Osmanlı İmparatorluğu, varlığı boyunca Yahudilere kucak açmıştır. 14. yüzyılın başlarında Batı Avrupa’dan kovulan Yahudilerin bir kısmı Osmanlı topraklarına yerleştirilmiştir.
İstanbul’da 1.000 yılı aşkın bir süredir yaşayan bir Yahudi cemaati vardır ve şehrin Asya ve Avrupa yakasında çeşitli sinagoglar bulunmaktadır.
Neve Şalom Sinagogu, Türkiye’nin en büyük sinagogudur. Neve Şalom, Balat’taki Ahrida Sinagogu ve Yanbol Sinagogu, Karaköy’deki Aşkenaz Sinagogu ve Ortaköy’deki Etz Ahayim Sinagogu, İstanbul’un en çok ziyaret edilen sinagoglarıdır.
Edirne Büyük Sinagogu, 1905 yılında restore edilmiş bir binadır. Viyana’nın en büyük sinagogu olan ünlü Leopoldstädter Tempel’den esinlenerek projelendirilmiş ve topluluğun başarılarını ve modernliğini göstermeyi amaçlamıştır. Edirne Büyük Sinagogu, Fransız Mimar France Depré tarafından Mağribi Revival mimarisiyle tasarlanmıştır. Yeni sinagog, Mayor Sinagogu ve Apulya Sinagogu’nun yerine Suriçi Mahallesi’nde inşa edilmiştir.
Bursa’da Geruş Sinagogu, Mayor Sinagogu ve Etz Ahayim Sinagogu bulunmaktadır.
İzmir (Smyrna)
İzmir’in Yahudi mirası, Sefarad gelenekleri ve Orta Çağ İspanya’sından ilham alan sinagogların mimari üsluplarıyla eşsiz bir karakter sergilemektedir.
Kemeraltı Havra Sokağı bölgesindeki Sefarad sinagogları ve Karataş'taki Bet İsrail Sinagogu İzmir'in başlıca sinagoglarıdır.
Bergama’daki yeni restore edilen Yabets Sinagogu, 2014 baharında düzenlenen bir törenle kültür merkezi olarak kullanılmak üzere yeniden kapılarını açtı. Sinagogun 19. yüzyılın ikinci yarısında inşa edildiği düşünülmektedir. Yapı, 1940’larda çatının çökmesine neden olan yangında ciddi hasar gördükten sonra terk edilmişti.
Anıtsal bir sinagog olan Sardes Sinagogu, Geç Roma Dönemi’nde Antik Lydia’nın Sardis’teki Yahudi dini yaşamının merkeziydi. Sinagog, Roma Hamamı ile Gymnasium’un bir köşesinde yer almış ve bu kamu binasının bir kısmını Yahudi ibadethanesine dönüştürmüştür. Mevcut kalıntıların çoğu 4. ve 5. yüzyıllara dayanmaktadır.
Hoşgörü Şehri
Mardin – Midyat
Mardin, Mezopotamya’nın merkezinde, Dicle ve Fırat olmak üzere iki güçlü nehir arasında, inanılmaz derecede zengin bir bölgedir. Zengin tarihiyle şanslı bir şehirdir. Türkiye’nin güneydoğusunda, Yukarı Mezopotamya’nın kalbinde, çok dinli ve çok kültürlü bir ildir. Mardin yüzlerce yıl boyunca Antakya Süryani Ortodoks Patrikhanesi’nin merkeziydi. Mardin’de birçok inanıştan insanlar yaşar ve kendilerinden önce gelen insanların ve kültürlerin mirasını taşırlar.
Deyrulzafaran Manastırı (Süryanice Mor Hananyo veya Aziz Hananyo Manastırı) dünyanın en eski ve hâlâ faal manastırlarından biridir. Dördüncü yüzyılda, 4.500 yıllık güneşe tapmaya adanmış bir pagan tapınağının yerinde inşa edilmiştir.
Selçuklu Türklerinin ardından Artuklu Beyliği, Mardin’i aşılması zor ve doğal bir kale olduğu için kendilerine başkent olarak seçmişlerdir. Artukluların yerel yaşam üzerindeki etkisi, Mardin’deki Artuklu yapılarının Osmanlı dönemine ait yapılardan çok daha fazla olmasından görülebilir.
Mardin’in şehir merkezine 30 kilometre mesafedeki Dara Antik Kenti, ziyaret edilmeyi hak eder. Kent, İpek Yolu üzerinde önemli bir yerleşim yeriydi. MS 506 yılında kurulan ve ilk adı Anastasiopolis olan kent; tarihi İpek Yolu üzerindeki konumu nedeniyle dini, sosyal ve ticari açıdan önem kazanmıştır. Şehir; yüzyıllar içinde Süryani, Müslüman, Yezidi ve Hristiyan gibi farklı inançlardaki toplulukları bir araya toplamıştır. Kentte bugüne kadar yapılan kazılarda farklı tarihi dönemlerden kalma mimari kalıntılar ortaya çıkarılmıştır.
1860 yılında inşa edilen Meryem Ana Kilisesi ve Süryani Katolik Patrikhanesi, günümüzde Mardin Müzesi olarak hizmet vermektedir. Kilisede, patriklik tahtı ve vaaz alanı zarif ahşap oyma ile süslenmiştir. 1895 yılında inşa edilen Patrikhane, 1988 yılında Kültür Bakanlığına devredilmiştir. 1995 yılında restore edilip müze olarak halka açılmıştır.
Mor Behnam (Kırklar) Kilisesi beşinci yüzyılda inşa edilmiştir. Kilisede üç giriş kapılı ince taş işçiliği ile işlenmiş mihrapları, 400 yıllık ahşap mihrap kapıları, 1500 yıllık kök boya ile baskı perdeleri, geniş avlusu içinde çan kulesi evi ve adeta dantel gibi işlenmiş taş oymacılığı örneklerinin yer aldığı divan mevcuttur. 1170 yılında Kırk Şehitler’e ait kemikler bu kiliseye getirilmiştir. Yapı bugün Mardin Metropolitlik Kilisesi olarak hizmet vermektedir.
Deyrulumur Manastırı olarak da bilinen Mor Gabriel Manastırı (Aziz Gabriel Manastırı), MS 397 yılında Midyat Antik Kenti yakınlarındaki Tur Abdin Platosu’nda kurulmuştur.
Nuh’un Gemisi
Van Tuşba – Doğubeyazıt – Durupınar – Sağlıksuyu – Ağrı
Hemen hemen tüm inanışlarda, geminin bir dağın tepesindeki kayanın üzerinde oturduğundan bahsedilir. Nuh’un Gemisi’nin son durağı olarak bilinen Ağrı Dağı Efsanesi binlerce yıldır bilinmektedir. Dağın 5.137 ve 3.895 metrelik rakımlı iki zirvesi; dağa adını veren Urartular (Urartu = Ararat; MÖ 13.-7. yüzyıllar) tarafından kutsal kabul edilirdi. Doğubeyazıt İshak Paşa Sarayı üzerindeki Ağrı Dağı’nın göz kamaştırıcı manzaraları eşliğinde, tarih boyunca Nuh’un Gemisi’ni arayan sayısız gezginin izinden gidip bu arayışta yer alınabilir.
Karadeniz’in Manastırları
Maçka, Trabzon
Trabzon’un Maçka ilçesi sınırları içerisinde bulunan ve Altındere Vadisi’nde sarp kayalık üzerine kurulmuş Sümela Manastırı; doğa, tarih ve kültürün bütünleştiği bir mekandır. Her ne kadar manastırın 4. yüzyılda yapılmış olduğu tahmin edilse de Trabzon Komnenoslarından III. Alexios’un (1349-1390) burayı yaptırdığı bilinmektedir. Manastır, halk arasında Meryem Ana olarak da adlandırılmaktadır. Deniz seviyesinden 1.200 metre yükseklikte inşa edilen görkemli kompleks yakın zamanda restore edildi. Trabzon’daki Sümela Manastırı’na çok uzak olmayan Vazelon Manastırı, Anadolu’nun en eski manastırlarından biridir. “Zouvalon” olarak da adlandırılan manastırın MS 270 civarında inşa edildiğine ve İncil’deki Vaftizci Yahya Peygamber’e adandığına inanılmaktadır.