Loading...

TURİZM TÜRLERİ

İnanç Turizmi - İnancın Beşiği Anadolu 
G
ünümüz Türkiye toprakları tarih boyunca sayısız insana, sayısız kültüre ev sahipliği yapmıştır. Bu birikim, ülkenin dört bir yanına çok sayıda önemli anıtlar bırakmıştır. Anadolu, antik tapınaklardan günümüz camilerine kadar, yüzyıllar öncesine uzanan sayısız kutsal mekan ile inanç tarihinde önemli bir rol oynamıştır.

Modern Türkiye, dünya için derin kültürel değeri olan çeşitli dini anıtlara, kalıntılara ve ören yerlerine ev sahipliği yapmaktadır ve dini ziyaretler için inanılmaz derecede zengin ve çok tercih edilen bir destinasyondur. Ülkemizde yer alan başlıca inanç destinasyonları aşağıda sıralanmıştır.
Topkapı Sarayı'nda Kutsal Emanetler
Sultanahmet, İstanbul

Osmanlı İmparatorluğu’nun hem idari hem de meskun kalbi olan Topkapı Sarayı, sultanın özel odası olan Has Oda’da tutulan paha biçilmez kutsal emanetlere ev sahipliği yapmaktadır. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) değerli eşyaları ve Hz. Musa’ya, Hz. Yusuf’a, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) kızı ve damadına ait özel eşyalar ile Kâbe anahtarı, 500 yıl boyunca Topkapı Sarayı’nda muhafaza edilmiştir. Emanetlerin en önemlisi, I. Selim döneminde İstanbul’a getirilen Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Hırka-i Şerifi’dir. Bir diğer kutsal emanet ise Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Sakal-ı Şerifi’dir.
Osmanlı Selâtin Camileri
İstanbul - Edirne - Bursa

Selâtin camileri, Osmanlı İmparatorluğu döneminde padişahların yaptırdığı camilere verilen addır. Bunlar birden fazla minareye sahip büyük camilerdi. Osmanlı döneminde ilk Selâtin Camileri, Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk başkenti olan Bursa’daki Ulu Cami ve Yeşil Cami’dir. İstanbul’da orijinal halini koruyan en eski Selâtin Camii, Sultan II. Bayezid’in yaptırdığı Bayezid Camii’dir. Osmanlı İmparatorluğu’nun üçüncü ve son başkenti İstanbul, en büyük Osmanlı anıtlarına ev sahipliği yapmaktadır.

Kanuni Sultan Süleyman’ın Saray Mimarı Mimar Sinan’a yaptırdığı Süleymaniye Camii, büyüleyici avlusu ve çevresiyle büyük bir Osmanlı camiini ziyaret etme fırsatı sunar. Sultanahmet Camii, ziyaretçilere ünlü İznik çinilerinin en güzel örneklerini vadeder. Rüstempaşa ve Şehzade Camii gibi küçük ve şirin camileri ziyaret etmek, önceden bahsedilen büyük camilerle birlikte, Osmanlı’nın mimari zevkinin daha kapsamlı bir şekilde anlaşılmasını sağlayacaktır.

Osmanlı İmparatorluğu, üç büyük başkent üzerinde kurulmuş ve yaklaşık 600 yıl boyunca büyük mimari cevherler ile bu şehirlerde iz bırakmıştır.

İsmini Roma İmparatoru Hadrian’dan alan Edirne, Osmanlıların ikinci başkentidir. Burada, Beyazıt Külliyesi adlı eski bir hastane kompleksi, Meriç Nehri üzerindeki muhteşem Osmanlı köprüleri ve Mimar Sinan’ın başyapıtı Selimiye Camii gibi Osmanlı mimarisinin muhteşem eserleri bulunmaktadır. Eski çarşı ve burada servis edilen eşsiz yemekler, ziyareti daha da unutulmaz hale getirecektir.
Anadolu'nun Ahşap Kirişli ve Destekli Camileri
Eskişehir – Ankara – Kastamonu – Konya – Afyon

Anadolu’daki Selçuklu ve Osmanlı ahşap camileri, ahşap ve etkileyici el yapımı süslemeler ile dini mimarinin nadir örneklerindendir. Ahşap çatılı ve ahşap sütunlu camiler, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi’nde Konya, Ankara ve Kastamonu’da yoğunlaşmıştır. Osmanlı döneminde, merkezden uzak bölgelerde ahşap çatılı ve ahşap sütunlu camilerin inşa geleneği 20. yüzyıla kadar devam etmiştir. “Anadolu’daki Ahşap Çatılı ve Ahşap Sütunlu Camiler” UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yer almaktadır.

Eskişehir’de bulunan Sivrihisar Ulu Cami, "Anadolu'daki Ahşap Çatılı ve Ahşap Sütunlu Camiler" kapsamında UNESCO Dünya Miras Geçici Listesine kayıtlı camilerden biridir. Cami hypostil planlı anıtsal ahşap cami tipolojisinin en iyi temsilcilerinden biri olup Selçuklu döneminden günümüze kadar gelmiştir.

Aynı anda 2.500 kişinin ibadet edebileceği sekiz asırlık Sivrihisar Ulu Camii, Anadolu’daki büyük ahşap sütunlu camilerin nadir örneklerinden biridir. “Ulu” kelimesi tam anlamıyla ilçe merkezinde bulunan bu eserde yerini bulmuştur.

"Anadolu'daki Ahşap Çatılı ve Ahşap Sütunlu Camiler" kapsamında UNESCO Dünya Miras Geçici Listesine kayıtlı camilerden biri olan Afyonkarahisar Ulu Camisi, silindirik formlu 40 adet ahşap direği ile Afyonkarahisar'ın önemli bir dini mimari yapısıdır. 1272-1277 yılları arasında Anadolu Selçukluları Dönemi’nde yaptırılmıştır. Eski haliyle yeniden inşa edilen cami, camlı çinilerle ahşap ve tuğla mimarisiyle Selçuklu Dönemi’nin eşsiz örneklerinden biridir. Dokuz nef boyunca uzanan ahşap kirişli çatı, başlıkları sarkıt süslemelerle bezenmiş 40 ahşap sütunla desteklenmektedir.
Turizm Ülkesi Türkiye
Geleneksel Sanatlar
Tiyatro
Türk Mutfağında
Öne Çıkan Lezzetler
Samsun’daki Göğceli Camii, Türkiye’de günümüze ulaşan en eski ahşap cami olarak bilinir. Türk ahşap mimarisinin en önemli örneklerinden biridir. Caminin yapımında çivi kullanılmamış, ahşap kirişler giydirme tekniğiyle birbirlerine bağlanmıştır. Yapının inşa tarihine dair bir kayıt bulunmamaktadır ancak radyokarbon testlerine göre cami 1206 yılında, son cemaat yeri ise 1335 yılında inşa edilmiştir. Cami, 2007 yılında kapsamlı bir restorasyondan geçmiştir.

Bekdemir Camii, Samsun’daki Kavak ilçesindedir. Bekdemir Köyü’nde bulunan ahşap caminin inşa kitabesi bulunmamakla birlikte, içeride yer alan kalem işi kitabede geçen 1877 tarihi, nakışların yapıldığı tarih olarak kabul edilmektedir. Yapılan bir araştırmaya göre asıl kat 1596 yılında inşa edilmiştir. Cami, çivisiz ahşap yapıların bir başka örneğidir. Caminin içi kök boyadan yapılmış çeşitli bitkisel motiflerle bezelidir ve avlusunda taştan yapılmış bir çeşme mevcuttur.

Mahmutbey Camii, Kastamonu’nun Kasaba Köyü’nde, kentin 18 kilometre kuzeybatısında yer almaktadır. Mahmutbey Camii, "Anadolu'daki Ahşap Çatılı ve Ahşap Sütunlu Camiler" kapsamında UNESCO Dünya Miras Geçici Listesine kayıtlı camilerden biridir. 1366 yılında Candaroğulları Beyliği hükümdarı Emir Mahmut Bey tarafından Cuma Camii olarak yaptırılmıştır. Dış duvarları moloz taştan örülmüştür. Çatı tamamen ahşaptır ve hiç metal çivi ve herhangi bir aksan kullanmadan yapılmıştır. Caminin en dikkat çekici ve önemli unsurlarından biri de Ankaralı Nakkaş Mahmut’un oğlu Abdullah’ın yaptığı kapısıdır.

"Anadolu'daki Ahşap Çatılı ve Ahşap Sütunlu Camiler" kapsamında UNESCO Dünya Miras Geçici Listesine kayıtlı camilerden biri olan Beyşehir Eşrefoğlu Camii, Anadolu'daki ahşap destekli ve tavanlı cami tipolojisinin en erken dönem ve en iyi temsilcilerinden biri olup 1296-1299 yılları arasında inşa edilmiştir. Cami, Anadolu'nun ahşap mimari geleneğinin en güzel örneklerinden biridir. Anıtsal taç kapısı, eşsiz mihrap ve minberi, üstün ağaç ve çini işçiliği yönünden ağaç cami müzesi gibidir. Mihrabının tümü çini mozaikle kaplı olup, 4.58 metre eni, 6.17 metre yüksekliği ile Konya çevresindeki bütün çinili mihraplardan daha büyüktür. Minberi, tamamen ceviz ağacından üstün bir işçilik ve zengin bir süsleme ile oymalı, çatmalı ve tutkalsız olarak yapılmıştır; sekizgen, beşgen, yıldız ve geometrik dolgular ve bitkisel bezemeler ile kaplanmıştır. Caminin tavanı renkli kalem işi süslemelere sahiptir. Eşrefoğlu Camii, Selçuklu dönemine ait camilerde görülen özellikleri içerisinde barındıran eşsiz örneklerdendir. Caminin inşasında birden fazla ahşap sütun, tamamen ahşapla süslenmiş bir tavan ve kalem işi süslemeleri, tamamen ahşaptan yapılmış bir minber ve kündekari tekniği kullanılmıştır. Dönemin taş ve ahşap işçiliğinin ihtişamını yansıtan cami, 2012 yılında UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne dahil edilmiştir.

Ankara’nın Samanpazarı semtinde bulunan Aslanhane Camii, dışarıdan çok sade görünmesine rağmen sekiz asırlık tarihi ile önemli bir eserdir. Mimar Ebubekir Mehmet tarafından yapılan ve nadir ahşap işçiliğine sahip cami, aynı zamanda Ahi Şerafettin Camii olarak da bilinmektedir. Cami, doğusunda bulunan türbe külliyesi duvarına gömülü antik aslan heykeli sebebiyle Aslanhane Camii olarak anılmıştır. Tek katlı cami, 24 ahşap ayak üzerinde durur. Ceviz ağacından yapılma bu ayakların, yani sütunların her birinin sütun başlıkları, devşirme mermer Roma-Bizans malzemelerinden oluşur. Mimari özellikleri ve süslemeleriyle bu Selçuklu camii, içine adım atar atmaz ziyaretçileri büyüler.
Tasavvufta Aşk Yolu: Mevlana
Konya – Galata, Üsküdar, Yenikapı / İstanbul – Gelibolu / Çanakkale- Tire / İzmir- Manisa- Afyonkarahisar - Gaziantep Dervish Lodges (Mevlevihane)

Türkler 11. yüzyılda Anadolu’ya geldikten sonra, Mevlana Celaleddin-i Rumi ile Hacı Bektaş Veli ve müritleri, İslami unsurları ve geleneksel Türk kültürünü ustaca birleştirdiler. Antik kaynaklara ve inançlara da erişebildikleri Anadolu toprakları, bu fikirlerin bütünleşmesi için mükemmel bir yerdi.

13. yüzyıl Sufi şairi Mevlana’nın tam adı Celaleddin-i Rumi’dir. Dünyanın en büyük mistik filozoflarından biri olarak kabul edilir. Mevlana’nın şiir ve dini yazıları, İslam dünyasından ötede de en sevilen ve saygı duyulan eserler arasındadır. Sema ve semazen seremonisi Mevlana’ya atfedilmiş ve Türk geleneklerinin, tarihinin, inanç ve kültürünün bir parçası haline gelmiştir. Sema töreni, İnsan-ı Kâmil yolunda zihinsel ve aşk yoluyla ruhsal yükselişinin mistik yolculuğunu temsil eder.

Türkiye’nin en önemli dini merkezlerinden biri olan Konya, semazenlerin eski dergahına ve Mevlana Türbesi’ne ev sahipliği yapmaktadır. Türbe ve eski dergah artık tüm inançtan ziyaretçilere müze olarak hizmet vermektedir.

Galata Mevlevihanesi, İstanbul’un en eski Mevlevi tekkesidir. 1491 yılında inşa edilmiştir. Mevlevihane bir külliye olarak yapılmıştır ve bir Semahane, derviş odaları, hâmûşân, şadırvan, sarnıç, kadınlar kısmı, kütüphane, muvakkithane, mutfak, türbe ve mezarlık gibi birçok alandan oluşmaktadır.
Hacı Bektaş Veli ve Ahilik Geleneği
Kırşehir – Hacı Bektaş, Nevşehir – Gülşehir

Hacı Bektaş Veli, 13. yüzyılda yaşamış bir mutasavvıf ve düşünürdür. İnsan sevgisi ve insanların varlık yapısı üzerine düşünen ve her insanı, kadın veya erkek, eşit gören bir kişiliktir. Kapadokya bölgesinde, kendi adını taşıyan Sufî Bektaşi tarikatı kurulmuştur. Hacı Bektaş Veli, Alevilik inancının en önemli hocalarından biri olarak kabul edilir.

Hacı Bektaş, tüm zanaatkarların işlerinde belli ahlaki kurallara uymaya, genç zanaatkârları belirli kurallara, yerleşik sosyal gelenekler ve göreneklere göre yetiştirmeyi zorunlu kılan, dünyanın ilk sendikası olan Ahilik Geleneği'ni kurmuştur.
Peygamberler Rotası
Şanlıurfa

Şanlıurfa’nın tarihi Paleolitik Çağ’a kadar uzanır. Şehir ve çevresi Sümerler, Akadlar, Hititler, Babilliler, Keldaniler, Hurriler, Mitanni Krallığı, Aramiler, Süryaniler, Medler ve Pers İmparatorlukları gibi birçok uygarlığın hakimiyetini görmüştür.

Tarih boyunca farklı inançlar mensup kişileri ağırlayan şehir, Mezopotamya’dan Anadolu’ya giden kültür ve ticaret yolları üzerinde yer alan “Peygamberler Şehri” olarak bilinir.

Hz. İbrahim’in burada doğup büyüdüğü bilinir. Hz. İbrahim, putperestliği kınadığı için Kral Nemrut’un gazabına uğramış ve ölüme mahkum edilmiştir. Şehrin ortasına kurulan büyük bir odun ateşine atılmış ama Allah, Hz. İbrahim’i kurtarmıştır. Tam alevler İbrahim’i saracakken Allah ateşe emretmiş: “Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve esenlik ol”. (Enbiya/69). Alevler suya, kütükler balığa dönüşmüştür.

Halil-ür Rahman adıyla anılan Balıklı Göl ve Aynzeliha Gölü, İbrahim Peygamber’in atıldığı ateşin suya dönüştüğü yerdir. Hem göl hem de içindeki sazan balıkları kutsal kabul edilmektedir. Zeliha’nın gözyaşlarının ise Aynzeliha Gölü’ne dönüştüğüne ve bu sudan içen herkesin kör olacağına inanılır.

Hz. İbrahim’in doğduğu mağara, göllerin civarındaki Mevlid-i Halil Camii’nin yanındadır ve ziyarete açıktır. İbrahim Peygamber burada yedi yıl yaşamıştır.

Şehrin en önemli sembollerinden biri olan Ulu Camii, 5. yüzyılda bir havradan Kızıl Kilise adıyla bir kiliseye dönüştürülmüştür. Hz. İsa’nın yüzünü silip suretinin sonsuza dek üzerinde kaldığı mendil, Ulu Camii’nin bahçesinde bulunmuştur. Edessa’nın Görüntüsü olarak bilinen kutsal mendilin Hz. İsa’nın Kral V. Abgar’a bir armağanı olduğuna inanılmaktadır.

Eyyüp Nebi Türbesi, Urfa’nın yaklaşık 20 kilometre dışında Eyyub Nebi köyündedir. Eyyüp Peygamberin ve eşi Rahme’nin türbesi ve yine Elyesa Peygamber’in kabri de Viranşehir ilçesinin eteklerinde bulunmaktadır. Bugün Elyesa Peygamber’in türbesi Eyyüb Nebi Köyü’nde, Eyyüb Peygamber’in türbesine bir kilometre mesafededir.

Şuayb Peygamber'in, Urfa’nın 85 kilometre doğusundaki Şuayb şehrinde yaşadığına inanılmaktadır. Şuayb Peygamber'in bir zamanlar içinde yaşadığına inanılan antik kentin kalıntıları arasında yer alan mağara evi -Şuayb Peygamber’in Makamı- ziyaretçilere açıktır.
Erken Hristiyanlık Dönemi’nde Kapadokya
Göreme / Ürgüp / Avanos, Nevşehir – Niğde – Aksaray – Kayseri

Türkiye’nin merkezindeki bu harikalar diyarının jeolojik yapısı, milyonlarca yıl öncesinde bölgeyi çevreleyen üç volkanın püskürmesiyle oluşmuştur. Erozyonların şekillendirdiği kalın küller, “volkanik tüf” olarak bilinen yumuşak kayalara dönüşmüştür. Rüzgar ve suyun etkisi, sadece daha sert elementleri geride bırakarak peri masalı manzarasını oluşturmuştur.

Bölge, Roma zulmünden kaçan ve el yapımı bir yeraltı yerleşim ağı kuran ilk Hristiyanlar için bir sığınak haline gelmiştir. Keşişler, geniş konutlar ve manastırlar kazmış ve onları Doğu Roma freskleri ile süslemişlerdir.

İlk Hristiyanlar; Nyssa, Nazianzos ve Kaisareia arasındaki üçgene yerleşmişler ve MS 370 yılında Kaisareia Piskoposluğu’na atanan (günümüzdeki Kayseri), Aziz Büyük Basileos’un (M.S. 330-379) öğretilerine göre manastır hayatı yaşamışlardır.

Aziz Büyük Basileos, teolog Nazianzos’lu (Nevşehir) Gregorius ve kardeşi Nyssa’lı (Niğde) Gregorius ile birlikte “Kapadokyalı Babalar” olarak bilinir. Bu üçlü, Teslis ilkesini Hristiyanlık’ın akidesi haline getirdiler.

Büyük Aziz Basileos, MS 330 yılında Kapadokya’nın Kaisareia kentinde doğmuştur. Göre Vadisi’ndeki ilk kiliseler onun yönlendirmesiyle inşa edilmiştir. Burada bulunan kendilerine has kiliseleri olan küçük topluluklar, şimdi Göreme Açık Hava Müzesi olarak bilinen büyük manastır kompleksini oluşturmuştur. Göreme’de bulunan Tokalı Kilise ve Karanlık Kilise, zarif kemerleri ve güzel freskleri ile sıra dışı örneklerdir.

Kapadokya’daki yeraltı yerleşimlerinin ilk kaydı Xenophon’un Anabasis isimli eserinde yer almaktadır. Ancak çeşitli tarihi kaynaklar gerçekte Derinkuyu yeraltı yerleşimlerinin ilk sakinlerinin Hititler olduğuna işaret eder. Zengin tarihi ve eşsiz jeolojik oluşumuyla “Göreme Milli Parkı ve Kapadokya”, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer almaktadır.
Eshab-ı Kehf (Yedi Uyurlar) Mağarası
Selçuk / İzmir – Tarsus / Mersin – Afşin / Kahramanmaraş

Yedi Uyurlar Kıssası, hem Hristiyanlık hem de İslamiyet rivayetlerinde yer almaktadır.


İslam dünyasında Yedi Uyurlar'ın kıssası, Kur’an-ı Kerim’de Kehf Suresi’nin 9 ile 26. ayetlerinde anlatıldığı için çok iyi bilinmektedir. Bu surede, uyuyanların tam sayısı verilmezken bu sayıyı sadece Allah’ın bildiği söylenmektedir. Kıssada bu gençlerin 300 veya 309 güneş yılı boyunca uyuduğundan bahsedilir. Kur'an-ı Kerim'de geçtiğine göre, mağaraya giden gençlere eşlik eden ve mağaranın girişinde uyuyan sadık bir de köpek vardır. Oradan geçen insanlar uyuyan köpeği görür ve mağaranın sırlarını koruduğunu düşünerek içeri bakmaya korkar. Uyurlar, “Eshab-ı Kehf” olarak bilinir.


Kıssanın Hristiyanlık’taki versiyonu, MS 249-251 yılları arasında hüküm süren Roma İmparatoru Trajan Decius’un zulümlerinden kaçan ve Hristiyan cemaatine dahil olmakla suçlanan yedi gencin hikayesini anlatır. Zulümlerden kurtulmak için şehirden kaçan bu Hristiyan gençler mağaraya sığınır. Mağarada uyurken bulunurlar ve imparatorun emriyle mağaranın ağzı kapatılır. Aradan yıllar geçer ve Hristiyanlık yayılıp devletin resmi dini hâline gelir. 250 yılı aşkın bir süre sonra, Theodosius II dönemindeki (MS 408-450) bir arazi sahibi, mağara girişinin duvarlarını yıkmaya karar verir. İçeride uyuyan yedi adam görünce çok şaşırır. Onlar ise uyandıklarında sadece bir gün uyuduklarından emindirler.
Yedi Kilise